Birinci yıldönümünde depremin kültür ve sanata etkisi
Bu hafta özel bir sayıyla karşınızdayız. Birinci yıldönümünde depremin kültür kurumlarına, kültür mirasına ve sanatçılara etkisine yönelik içeriklerimizi bir araya getirdik.
Türkiye ve Suriye’yi etkileyen 6 Şubat depremlerinin üzerinden bir sene geçti. Hepimizi derinden sarsan, sevdiklerimizi, yakınlarımızı kaybetmemizle sonuçlanan, milyonlarca insanı yardım çağrılarıyla siyasi çekişmelerin arasında bırakan bu büyük felaketi geride bırakabilmiş değiliz. Depremin neden olduğu kayıpların kaydını tutmak ve dayanışmayı büyütmek biz geride kalanların yapabileceklerinden sadece bazıları.
Felaket anlarında, bir sanat yayını ne yapar, ne işe yarar halen tam olarak cevaplayamadığımız sorular, ama bunun arayışı içinde olduğumuzu söyleyebiliriz. Sadece deprem bölgesinde yaşayanların değil, hepimizin yası bu. Argonotlar olarak bu yası paylaşıyor; yaraları sarmak, hafızamızı diri tutmak ve geleceğe dair söz üretebilmek için elimizden geleni yapmak için çalışıyoruz. Bü bültende depremin kültür kurumlarına, kültür mirasına ve sanatçılara etkisine yönelik yıl boyunca yayınladığımız içerikleri bir araya getirdik.
Argonotlar
Depremde zarar gören kültür varlıklarının güncel durumu ve akıbeti
Depremde zarar gören kültür varlıklarının şu anki durumu ve akıbetini, bölgeyi dördüncü gününde bir ekiple beraber ziyaret eden akademisyen Koray Güler’le konuşmuştuk.
Deprem bölgesinde “ortaklaşa” yol almak
Kültürhane’den Ulaş Bayraktar’la deprem bölgesindeki çalışmaları ve gözlemlerini konuştuk.
Antakya’nın temel sorunu kent merkezi diye bir şeyin kalmamış olması. Bütün alan, ayakta kalan da dahil olmak üzere yıkılmak zorunda. Görüştüğümüz bir uzman hocamız bu durumu bir fırsat olarak görüyor mesela. “Orası bir sit alanıydı, fakat biz hiçbir şey yapamıyorduk. Bir gecekondu çatısına çinko koyunca ceza kesiyorduk ama koskoca Müze Otel mozaiklerin üstüne sütun çakınca dokunamıyorduk” diyor. Orası bir Toledo mu olacak, yoksa ideal bir yere dönüşecek mi? Kültürel mirası kurtarmak için çok acil bir durum var orada.
“Ma Rehna, Nehna Hon!”
Bir grup Antakyalı Rum Ortodoks’un kentin hafızasını tutmak için kurduğu Nehna platformundan Anna Maria Beylunioğlu ile Antakya’ya dair çalışmalarını ve kentin yeniden inşasını konuştuk.
Eski Antakya yapılarının yeniden inşasıyla ilgili çalışmalar yürütenler ve uzman isimlerle de temas halindeyiz. Kültürel mirasın korunması diyoruz, bu kapsamda tescilli ve tescilsiz yapılar var. Bunlardan biri de Altınözü’ndeydi ve tescilsiz diye az kalsın yıkılıyordu. Onun için sosyal medyadan kampanya başlattık, yıkım kararı durduruldu. Bu gibi tarihi yapıların da takibine başladık. Antakya farklı dinlerin bir arada yaşadığı bir yer, dolayısıyla ilk yapılacak şeylerden biri dini yapıları inşa etmek olacaktır ama eğer insanların dükkanlarını, eski avlulu evlerini kilise ve camilerin etrafına konuşlandırmazsanız insanlar gelmeyecektir. Sonuçta bu ritüelleri, kültürü o insanlar var ediyor.
Uyuyanlar makamında yeniden bir uyanış: I. Akdeniz Bienali
Merkezin uzağında güncel sanat dünyasına yeni bir kapı aralayan I. Uluslararası Akdeniz Bienali, 6 Şubat depremlerinden sonra ayağa kalkmanın ‘yapabiliriz’ vurgusuyla bir ön izlemesi.
İlçenin en önemli diğer özelliği ise birçok inanç ve kültürde anlatıya konu olan ve birçok farklı yerde bulunan Ashâb-ı Kehf (Yedi Uyurlar) efsanesinin bir versiyonuna ev sahipliği yapması. Hem Hristiyan hem İslam kültüründe yer alan bu efsaneye konu olan mağaranın bulunduğu bölge ilçenin en çok ziyaret edilen yerlerinden. Bienalin Afşin’deki mekânı da tam da Ashâb-ı Kehf mağarasının bitişiğindeki kervansaray. Bizans İmparatoru II. Theodoius döneminde yapılan kilisenin üzerine Anadolu Selçuklular tarafından 1215 – 1234 yılları arasında bugünkü caminin de inşa edildiği kervansarayda, tarihi dokunun içinde yer alan eserler hem bölgedeki sanatçılarının ve öğrencilerin hem de Çukurova Çağdaş koleksiyonundan ünlü isimlerin işlerini biraraya getiriyor. Bienalin eşitlikçi ve çok sesli yapısının göze çarptığı bu bölümde bir öğrencinin işiyle Bedri Baykam yan yana geliyor ve bienalin birleştirici yönü dikkat çekiyor.
“Yardım değil, dayanışma kültürü oluşturmamız gerek” : Arkeolog, yazar ve akademisyen İsmail Gezgin’le depremin üzerinden geçen yaklaşık 6 ayın ardından Antakya’da yaptıkları çalışmaları, depremle defalarca yıkılan kentin tarihini ve bugününü konuştuk.
Mersin’in kültür ve sanat mekânları: “Yeniden yapabiliriz!” : Depremlerden etkilenen şehirlerde yer alan kültür ve sanat mekânları nasıl bir dönüşüm içinde? Hediye Eroğlu, Mersin’den bildiriyor.
Gaziantep’te depremin yaralarını sanatla sarmak: 6 Şubat depremlerinin merkez illerinden Gaziantep’te faaliyetlerini sürdüren Nar Sanat’tan Merve Karataş’la konuştuk.
Çevrimiçi sanat eğitimi mümkün mü? : Farklı disiplinlerden eğitimcilere ve öğrencilere çevrimiçi olarak sanat eğitiminin mümkün olup olmadığını sorduk.
Felaket kıskacında örgütlenme, anlatı ve sanatın imkânları üzerine
Kısır döngüde kalan, ağrı yaratan anlardan söz etmenin bir önemi var: Geçmiş biten bir şey değilken gelecek ileriye doğru açılmaz. İlker Cihan Biner kaleme aldı.
Bu çift konumu varoluşsal ya da bireysel olarak ele almak meseleyi yüzeysel kavramaya sebep olabilir. Oysa dayanışma, örgütlenme pratikleriyle sorunları konuşmanın ve aşmanın önemi var. Çaresizlik yaratan mevcut algı ortamını değiştirip iktidarın yaptırımlarına hayır diyebilen, ihmallere dair hesap sorabilen, eylem kapasitesini genişleten, farklı duyu dünyaları icat eden kolektif oluşumlar ortak bir alanı inşa etmede etik ufuklara kapı açar. Sanatın politikası tek boyutlu olmamakla beraber böyle bir düzlemde de yükselerek felaket anında meydana gelen olayları biriktirir. Farklı atmosferler yaratarak onları detaylarıyla anlatmada devreye girer.
“Sihirli sözcük örgütlenmek”
6 Şubat depreminin 1. yılına yaklaşırken Antakya’da özellikle çocuklara ve gençlere yönelik çeşitli çalışmalar yürüten Necati Sönmez’le kentteki son durumu konuştuk.
“Kent yok oldu ama garip bir şekilde ruhu daha güçlü hissedilmeye başladı. Galiba pek çoğumuz bunun farkına kaybettikten sonra vardık. Kaybedilen şehir ama o ruh değil. Ben depremin üçüncü haftasında buradaydım ve kısa bir süre içinde buraya özgü olan şeyleri yeniden yaşamaya başladık. Şehirde evleri yıkılanlar, güvende hissetmeyenler kendilerine köylerde yaşam kurmaya girişti ve özellikle kırsal alanda hayat hızlı bir şekilde yeniden yeşermeye başladı.”
Yeni bültende görüşmek üzere!